Mikrobiyota
Vücudumuzun her bölgesinde bakteri vb. mikro canlılar yaşıyor. Mikrobiyotamızın genlerinin sayısı, insan genlerinin 100 katına eşittir.
Mikrobiyotamızı oluşturan bu canlılar tahmin bile edemeyeceğimiz işlerle uğraşıyor. Bu küçük canlılar vücudumuzun her yerinde var ancak en çok bağırsaklarımızda bulunuyor. Bu nedenle günümüzde en çok da bağırsaklarımızdaki işlevleri araştırılıyor.
Mikrobiyom bileşimi yaşa hastır ve insanlar bebeklik, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlanma sırasında mikrobiyal profillerinde belirgin farklılıklar gösterir. Mikrobiyotamız, daha bebeklik çağındaki anne sütü alımına bağlı olarak gelişir ve büyür. Anne sütü almayan bebeklerin bağırsak sağlığı kötü yönde etkilenir. Bağışıklık sistemleri daha zayıf bebekler olarak büyürler.
Günümüzde mikrobiyal çeşitliliğin, bağırsak mukozasının immün sisteminin geliştirilmesinde ve genel olarak insan sağlığının korunmasında, bağırsak içi dengenin korunmasında kilit bir rol oynadığı düşünülmektedir. Buna göre, insan hastalıklarının çoğunun bağırsak mikrobiyotamızdaki çeşitlilik ile ilişkili olduğuna dair birçok kanıt vardır.
Mikrobiyota Kişiye Özgüdür
Her birimizin bağırsağı, kendine has mikrop topluluğu ile doludur. Bu saydığımız nedenlerin etkisiyle bağırsak floramız her insanda kendine has bir şekilde değişir. Her insan farklı sağlık sorunlarına yatkın hale gelir.
Bağırsaklarımızda yararlı bakteriler olduğu gibi fırsatçı bakteriler de vardır. Sağlıklı bir bağırsakta bu mikroorganizmaların sayıları sınırlıdır ve yararlı bakteriler tarafından kontrol edilirler. Fakat bağışıklık sistemimiz zayıfladığında veya bağırsak floramız bozulduğunda fırsattan istifade ederek bu canlılar ortaya çıkar ve bağırsak sağlığımızı kötü etkilerler. Fırsatçı bakteriler bağırsak hücrelerini birbirinden ayırarak bütünlüğü bozar. Bu sağlıksız bağırsaklarda sindirim de yeterli olmaz ve normalde içeriye girmemesi gereken maddelerin geçişi görülür. Bu yeterince sindirilmeyen ve bağırsaktan geçmeye hazır olmayan maddeler kan dolaşımına geçer. Vücudumuzun bağışıklık sistemi bu maddeleri yabancı madde olarak algılar ve savunmaya geçer.
Yararlı floramıza iyi bakarsak fırsatçı floranın çıkardığı hastalıklara yakalanma olasılığımız o kadar azalır. İyi işleyen bir mikrobiyota, konağa ve konağın habitatına büyük ölçüde adapte olur ve konağın işlevi için önemli olan metabolik ve biyokimyasal işlemleri gerçekleştirir.
Bu nedenle besinlerin bağırsağımızı nasıl etkileyeceğini bilip ona göre yemeliyiz. Buna verilecek en iyi örnek şeker ve işlenmiş karbonhidratların bağırsaklarımızda candida dediğimiz mantar türünü beslemesidir. Bir diğer örnek ise tahıllar olacaktır. Kahvaltılık gevrek ve kepekten zengin beslenmek bağırsak sağlığını olumsuz etkiler. Ancak günlük almamız gereken posayı meyve ve sebzelerden alırsak bağırsaklarımızı daha az zorlamış oluruz.
Mikrobiyota ve Diyet
Bu bilgiler ışığında artık mikroorganizmamızın bizim için ne kadar önemli olduğunu gördünüz değil mi? İşte tüm bunlar bize aslında bizim sağlıklı olabilmemiz için öncelikle bağırsaklarımızın sağlıklı olması gerektiğini söylüyor. Sağlıklı, bağırsak dostu besinleri hayatımıza dahil edersek hem ruhen hem de bedenen sağlıklı bir yaşam sürmemiz kaçınılmaz bir sonuç olur. Mikrobiyotayı doğru olarak beslediğimiz bir diyet bozulmuş olan bağırsak mikrobiyotasının yeniden yapılandırılmasını sağlıyor ve bu düzelmiş sağlığın devamlılığını da sağlıyor. Bağırsak dostu bir diyette eklenmiş şeker, sükroz ve agave şurubu dahil her türlü tat vericiyi diyetimizden uzaklaştırmamız gerekir. Diyetimize probiyotik eklenmeli ve prebiyotik kaynaklarından yararlanarak yararlı bakterilerin çoğalması sağlanmalıdır. Son olarak bu diyete başladıktan sonra ömür boyu devam ettireceğimiz Akdeniz diyeti ile beslenmeyi benimsemeliyiz.